Dışarıda rüzgar var. Çınar ilk yaprağını verdi toprağa.
Kuşlar yavaş yavaş diyarlarımızı terk ediyor. Aras’ın soğuk suyu ekim
yağmurlarıyla daha da coşkulu akıyor. Dedim
ya aylardan ekim. Hazan bütün gücüyle içimize işliyor.
Hava epeyce soğudu. Annem başladığı kazağı bitirme derdinde.
Babam ise nalburdan gelmiş. Elinde çekiç. Geçen sene akıtan damı onaracak. Ben,
Elif ve Zeynep cumbada oturup köyü izliyoruz. Kandilin ışığı yüzümüzü yalarken
sıcaklığını hissettiriyor. İnsanların telaşesi artmış. Köy; domates, sirke ve
tuz kokuyor. Büyük insanlar bu mevsime ‘sonbahar’ diyorlar.
Her ekimde ayında ‘sonbahar’ kavramının gereksizliği çarpar
yüzüme. Mevsimleri adlandıran bilim insanları, Anadolu’da herhangi bir köye
konuk olsalardı, bu zaman dilimine sonbahar demezlerdi diyorum bu mevsime. İçinde ümidi taşıyan bir
zaman dilimine nasıl son bahar denilebilir? Hem baharın sonu olabilir mi? İnsan
son olan bir şeyin içindeyse, sonun geldiğini biliyorsa hazırlık yapması bir
çelişki değil mi?
İçinde bulunduğumuz zamanı en güzel açıklayan kelime hazan. Balasagunlu
Yusuf’a Has Hacip unvanını kazandıran Kutadgu Bilig değil de ilk kez orda geçen
hazan kavramı olmalı. Eylülün sonuna doğru tabiatın yeşilliği sarıya kayınca, emek verdiğim
erguvanın pembe mor çiçekleri dökülünce, karşı elektrik direğine yuva yapak
leylek başka diyara göçünce beni ele geçiren hüznü de tamamlaması bende ayrı
bir sempati oluştursa da; daha poetik bir yer edinse de kulaklarımızda hazanı
tercih edişim son bahar kavramına karşı oluşum sadece bundan değildir.
Sonbahar kelimesi anlamı itibariyle
tanımlandığı mevsim dilimine aykırıdır. Anneme başladığı kazağı bitirme
telaşesine düşüren, babamın çatıyı onarmasına sebep olan, Ayşe Teyze’nin
salçalarına ve turşularına gururla bakışı, leyleklerin başka bir diyara göç
edişi, çınarın toprağa düşen ilk yaprağı yoğun bir ümidi haykırıyorken ben
hazana nasıl sonbahar diyebilirim? Günde beş defa kulaklarımda sonsuz bir
hayatı anımsatan ezanı duyuyorken nasıl son kavramına hayatımda yer
verebilirim? Bahar gibi yüreğe esenlik veren bir kavramı
nasıl hazanla birleştirebilirim? Ömrümde şahitliklerim vardır leyleğin sonradan
geri geldiğinde, erguvanın yeniden çiçek açtığına ve doğanın yeniden
yeşerdiğine. Bu şehadetlerim hazanın son olmadığına delilimdir.
Bildiğiniz
üzere filolog değilim hazan ile hüznün yakınlığı sadece poetik mi yoksa aynı
kökten mi türemişler bilmiyorum. Klimatolog değilim; mevsim özellikleri yalnızca
tecrübelerimden ibaret. Sosyolog ya da antropolog da değilim insanların bu
davranışlarının hazanda olmasıyla ilişkisini size açıklayayım. Ben yalnızca
içinizde ümit, çaba ve gayret olduğu müddetçe
bir şeylerin sonu olmadığına inanan bir hikaye anlatıcısıyım ve bu hikayede Ağrı Dağı’ndan
duyduklarımı size anlattım.
Ekim 2020/IĞDIR
Hazanın hüzne benzemesi son olduğundan değilmiş demek ki. Özlemmiş, ümitmiş en derininden ifade ettikleri. Tekrar yeşereceği hayat bulacağı anı beklemesiymiş tüm evlatlarını tek tek kaybeden bir annenin tekrar sancılanacağı anı beklemesi gibi çırılçıplak kalmış çınar gövdesinin. Ümit hüzne ne kadar yakındır ne kadar iç içedir bu iki kelime. Hayatın iki ucunu temsil eden, zıtlığından birlik çıkan muhteşem iki sözcük. Bir uçta hüznün sarısı diğer uçta ümidin yeşili. Bir uçta baharların yeşili bir uçta baharın sarısı. Son demeyelim diyorsun ya hani peki tamam son olmasın bu bahar sarı olsun bundan sonra hazan mevsiminin ismi. Tıpkı hüznünde ümidi besleyen sen gibi. Tıpkı sarısında yeşili barındıran sen gibi…😊 Seviliyorsun sarıyı seven insan yeşili seven insanlar tarafından…😊
YanıtlaSilYeşilin güzelliğinde İslam'ın bir nuru var gibime gelir hep. Yeşil ümitlerin gerçekleştiğinin, beklenilenin geldiğinin nişanesidir. Yeşil yeniden doğuş olan baharın gelişidir. Yeşil; ümitle bakan gözlerdeki ışıktır. Yeşil masumiyetin diğer adıdır. Yazılarımdan daha güzel yorumlar yapsan da sen de seviliyorsun güzel adam :)
Sil